8 Mart 2011 Salı

Black Swan'ın Psikolojik Okuması


Açıkçası söyleyeceklerimi söylemeden önce konu ile ilgili yapılan psikolojik yorumlara baktığımı ama yeterli, detaylı bir çalışma bulamadığımı belirteyim. Yapacağım yorumlar kendi yorumlarım olacak ve kimi noktalarda zayıf kalabilir.

Filmi çok sevdim, çünkü Aronofsky'nin insanların iç dünyasını yakalamakta derin bir sezgiye sahip olduğunu düşünüyorum. Ama bence bu konuda en başarılı filmi the Fountain'dir, bir gün oradaki zengin psikolojik alt yapıyı da açmak isterim.

Nina'nın dünyasına baktığımızda en temel sıkıntının annesi ile ilişkisi olduğu çok belli. Aşırı kontrolcü bir anne olan Erica çok güzel resmedilmiş. Erica, bir yandan kendi kariyerindeki başarısızlığı ve vazgeçmişliği için Nina'yı suçlarken (Erica'nın yağtığı resimler, filmde annesi ve Nina arasında geçen kısa bir konuşma), bir yandan sevgisini onu kontrol ederek, üzerine aşırı titreyek gösteriyor. Nina'nın kişisel ve duygusal gelişimini ketlediğini, bu ilişki bağlamında Nina'nın hep bir çocuk olarak kalacağını söylemek lazım. Bu tür sevgi ilişkilerinde şiddet unsuru sıklıkla gözlenen bir şey. Odanın kilidi olmaması, zorla bakım-ilgi gösterilmesi (tırnak kesme sahnesi) vs psikolojide farklı şiddet türlerine giriyor.

Black Swan, Nina'nın çatışmalı büyümesini, kurallarını yıkışını simgeliyor. Ancak Nina mükemmelliyetçiliği -kontrolcü ana-babaların çocuk üzerindeki bir etkisidir- nedeni ile bu süreçte sadece çevresi ile (öncelikle anne, ama bunun dışında meslektaşlarını da bu süreci engellemek isteyen düşmanlar olarak algılıyor ki insanlar geçiş süreçlerinde bu tür algılamalara eğilimlidir) değil, kendisi ile de çatışıyor.

Filmin en çarpıcı noktası da bence bu kendi ile çatışma kısmı idi. Nina mükemmelliyetçiliği ve çocuk kalmışlığı (yetişkinler dünyasında yetişkin olmamanın getirdiği korku ve kaygılar) yüzünden çok kontrolcü, her tür eyleminde aşırı kontrol var. Dolayısıyla büyüme sürecinde yaşadığı bu çatışmalar çoklu kişilik sorunu ile sonuçlanıyor. İşte filmin en çarpıcı kısmı da şu ki, hiçbir edebi ya da sinema eseri çoklu kişilik bozukluğunun nasıl ortaya çıktığını vermez, burada adım adım Nina'nın yeni karakteri ile tanışıyoruz, neden varolduğunu, neyi temsil ettiğini hissediyoruz. Harika fikir, Aronofsky'ye bu noktada tekrar hayran oldum.

Çoklu kişilik bozukluğunun varolup olmadığı bile tartışmalıydı aslında, ama bugün bilimsel alanda saygı duyulan yayınlarda birçok çalışmanın bulgulandığını görüyoruz (araştırmak isteyenler travma sonrası disosiyasyon-çözülme- bozukluğuna, yani posttraumatic dissociative disorder'a da baksın).

Bu filmde konunun psikolojik altyapısının çok sağlam verildiğini söylemek isterim. Mesela, Nina çok kontrolcü olduğu için içinde yeni yeni gelişen eğilim, yetenek ve arzulara yer açmadığı gibi onun varlığını bile kabul etmiyor. Dolayısıyla ikinci bir kişilik olarak bölünen bu yeni varlığı Nina kendinden bir parça olarak göremiyor, meslektaşı Lily ile eşleştiriyor. Beyin öyle ilginç çalışır ki, açıklayamadığı şeyleri açıklamak için somut olayları çarpıtabilir, aklının almadığı şeye mantıklı bir sebep bulmak için kimi zaman takıntılı bir şekilde dışarıda bir nesne arar. Nina da nesnesini buluyor, tüm çalkantıların, tüm mantıksızlıkların artık mantıklı bir sebebi vardır, Lily. Lily, Nina'nın inkarıdır. Çok güzel, çok güzel detay!

Nina'nın kendini tırnaklaması, kendine zarar vermesi aşırı kontrolcü bireylerin aşırı stres anlarında gösterdikleri eğilime bir örnek. Kendini jiletlemek olarak popüler olmuştur bu davranış (tüm müslümcülerin aşırı kontrolcü olduğunu iddia etmiyorum, kültürel ya da grup davranışları dışında bir davranıştan bahsediyorum).. kendine acı vermek kişinin kendisi üzerinde hala kontrol sahibi olduğu hissini veren bir davranış.. Ama davranışın alt okuması, ikinci kişiliğin ortaya çıkışı ile değişiyor. Nina bu kişiliğin kendisine zarar vermek için, onu yok etmek için ortaya çıktığını alt bilincinde yoğun olarak hissettiği için, yavaş yavaş kendisine fiziksel zarar verenin de 'o' olduğuna ikna olmaya başlıyor.

Aronofsky'nin hayran olduğum anlatım tarzının bir sebebi de kişisel dünyanın sorunlarını çok güzel estetize etmesi. Bunu sanat içinde sanatla yapıyor. Örneğin Fountain'de bilinçaltı dünya filmin başkahramanları tarafından yazılan bir hikaye ile verilmiştir. Burada da Kuğu Gölü Balesi'nin yeni bir versiyonu üzerinden hikayelerin üst üste bindirelerek, çakıştığı yerlerde insan psikolojisinin zenginliğini vermesi incelikle yapılmış bir iş. Öyle bir anlatım tarzı var ki, katman katman, işte Nina'nı gerçek hayatı bir katman, Nina'nin annesi ile çatışmaları (resimler, fiziksel acılar) bir alt katman, Nina'nın ikinci kişiliği üçüncü alt katman ve sonunda oyunun kendisi en derin katman, sembolik anlatımın yoğun olduğu bu katmanda sadece sezgilerinizle algılayabiliyorsunuz olan biteni, çünkü o gerçeklik düzleminde doğruların, mantığın işi yok..

Ve Nina'nın ölümü ile tüm bu katmanlarda tüm Nina yansımaları da ölür (yine çok incelikli bir mesaj). Ölüm konusunu the Fountain'den de benzer bir şekilde çatışmaların çözümlenmesi noktasında kullanmıştı yine.. ve Nina mükemmeldim diye bitirir, mükemmelliği mükemmel olmayanı kabul ederek, onunla bütünleşerek elde etmiştir.. Mükemmelik kavramının, o sınırlayıcı, yok edici eğilimin bile Nina'nın büyümesi ile olgunlaştığını görüyorsunuz. Bu son kısım yoruma çok daha fazla açık, aklımda dönüp duran çelişkili fikirleri burada anlatmayıp, size bırakıyorum, sezgilerinizle hareket etmenizi önererek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder